27 Haziran 2007

BU KADAR SEVEBİLİRMİSİNİZ?

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra... Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu. Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki...
Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca, "bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur" diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... "Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adama "Hayır, ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep... Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, "Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...." Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, "Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma" Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten.... Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan. "Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama. "Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..." "Sen istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?" diye yanıt verdi adam. "Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık...." Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika'ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: "Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..."
Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, "Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği... Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, "Artık dayanamıyorum, söylemek zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı. "O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...." "Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın... Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkâr etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama kadın, "defol" dedi nefretle... İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikâyesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu. Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. "Sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. "Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi genç kadın Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: "Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi..." Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kâğıt duruyordu kutuda. İlk kâğıtta, "Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu...
Sırayla okudu; "Seni çok sevdim", "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim", "Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim." "Fakat benim için ölmeni istemedim" "Şimdi bana söz vermeni istiyorum." "Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kâğıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kâğıtta şunlar yazılıydı: "Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım...

24 Haziran 2007

Oğlum Benim



Çocuklarının, ilk büyük gösterisi olanlar beni çok iyi anlarlar. O'nu seyrederken nasıl gururlandım anlatamam. Sanki büyümüşte küçülmüştü Berke'm. Nasılda Kafkas oyununu enfes oynuyordu. Bir tek bu resim biraz güzel çıkmış. Diğerlerini hep flu çekmişim. Ama olsun. Okul bize güzellerini verir sanırım.

Şarkıları söylerken en çok onun sesi çıkıyordu. Bağıra bağıra söylüyordu benim yaşam sevincim oğlum.

18 Haziran 2007

Çabuk Mumluk


Bu mumluğun ne kadar çabuk ve kolay olduğunu anlatsam inanmazsınız herhalde. İlkönce herhangi bir hobi mağazasından mumluk iskeleti temin ediyorsunuz. Bunlar yaklaşık 4 YTL civarında. Belki dahada ucuz olabilir. Sonrasında henüz kullanılmamış yeni bir temizlik bezini (bu mutfakta kullanılan türlerden, keçe gibi olanlardan) mumluk iskeletini ölçerek, aynı ebatlarda kesiyorsunuz ve çeşitli şekiller vererek delikler açıyorsunuz.
Mumluk iskeletinin üst kısmını önceden herhangi bir kurdale ile kaplıyorsunuz ve sıcak silikonun yapışması için zemin hazırlıyorsunuz. Sonrasında kesmiş olduğunuz temizlik bezini çevresine yapıştırıyorsunuz sıcak silikonla. Çevresini de kapladınız mı şimdi süslemeye geldi sıra. Ben boncuk ve pullu harçları kullandım. Ben bunları yaklaşık 1 saat içerisinde tamamladım ve çokda hoşuma gitti. Gerçi biraz Derya Baykal işi oldu ama yaratıcılık işte. Bence güzel oldu. Siz ne dersiniz?

9 Haziran 2007

Hastasını taciz eden doktor tazminat alacak


Yerel Mahkeme: Olayın kaydedilmesinde kamu yararı olduğundan hukuka aykırılık bulunmamıştır

Yargıtay bozdu: Kayıtların televizyon yoluyla kamuoyuna yansıtılması kişilik haklarına yapılmış bir saldırıdır Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Adapazarı SSK Hastanesi'nde çalışan ve ayrıca muayenehanesi de bulunan Genel Cerrahi uzmanı Dr.H.G.'nin açmış olduğu "manevi tazminat" davasında emsal bir karara imza attı. Genel Kurul, kendisine muayene için gelen hastasını taciz ettiği kesinlik kazanan doktorun açtığı tazminat davasında, tacize uğrayan hastanın tazminata mahkûm edilmesi gerektiğine hükmetti. Yargıtay'ın emsal kararında yer alan olay şöyle gelişti: Dr. G.'nin muayenehanesine giden N. Ö. tacize uğradığını Show TV muhabirine anlattı. Çantasına koyduğu gizli kamera ile Doktor G.'yi yeniden ziyaret eden hasta, Dr. G.'nin sözlü ve fiziki tacizine yeniden uğradı. Gizli kamera kayıtları ile hastasını taciz ettiği tespit edilen Dr. G.'nin bu görüntüleri Show TV'de "tacizci doktor yakalandı" başlığı ile yayınlandı. Görüntülerde doktor, hastası N.Ö.'nün bacaklarını ve gögüslerini okşayıp önünde diz çökerek gözlerine bakmasını istiyor ve 'ne güzel kızsın sen" diye hitap ediyor.

Takipsizlik kararı Dr. G. haberler sonrası kendisine hakaret edildiği iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Verilen takipsizlik kararında şöyle denildi: "Hipokrat yemini etmiş bir tabip ile bayan hastası arasında asla olmaması gereken davranışlar içine giren müştekinin, bu durumun tespiti ve kamuyu uyarma gayesi ile yapılan yayın sebebiyle kendisine hakaret edildiğinden bahisle şikâyette bulunmasında haklı olmadığı görüşünden hareketle olayda hakaret suçunun unsurlarının bulunmadığı, televizyonun haber verme işlevini yerine getirdiği kanaatine varılmıştır."

Doktor dava açtı Dr. G. ceza davasının reddedilmesinin ardından yapılan yayınlarla kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 12 bin YTL'lik manevi tazminat istemiyle dava açtı. İstanbul 6'ncı Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülen davada, Dr. G. gizli kamera görüntülerinin televizyonda yayınlanmasının ardından bu görüntüleri yayınlayan televizyon kanalı ve tacize uğradığını belirten N. Ö.'den 12 bin YTL talep etti. Gizli kamera görüntülerinde, midesinden rahatsız olan N. Ö.'ye sarılıp zorla öpmeye çalışan Dr. G.'nin açtığı tazminat davası, İstanbul 6'ncı Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından reddedildi. Mahkeme kararında özetle şu görüşlere yer verdi: "Davacının bu davranışları bir doktor ile hastası arasında asla yaşanmaması gereken incitici davranışlardır. Son derece kutsal ve toplumdaki tüm bireylerin, hiç tereddütsüz yaşam hakkını emanet ettiği, mesleğini yerine getiren bir doktorun toplumda örnek olması gerekmektedir. Bu tür bir olayın anlatılmasında ve banda kaydedilmesinde kamu yararı olduğundan hukuka aykırılık bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Dava konusu yayın, geçen olayları irdeleyip ahlaki bir sonuç çıkarılması amacını gütmektedir. Olayların derinliği ve çarpıcılığı anlatımda kullanılan dil ve ifadeyi de beraberinde getirir. Davacı, banda alınmış görüntü ve konuşmaları ile toplumda yerleşik ahlaki kurallar ile değer yargılarını sarsmıştır."

Kişilik hakları Mahkemenin verdiği davanın reddi kararının temyiz incelemesini yapan Yargıtay 4'üncü Hukuk Dairesi, mahkemenin kararının bozulmasına ve davanın kabul edilmesi gerektiğine oy çokluğuyla karar verdi. Yargıtay, bozma gerekçesinde şu görüşlere yer verdi: "Anayasa'nın 20'nci maddesinde herkesin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip bulunduğu, özel hayatın gizliliğine dokunulmayacağı belirtilmiştir. Kişinin sıfatı ve konumu ne olursa olsun rızası dışında kamuya açıklanamaz. Bunlar kişinin gizli alanını oluşturur. Bir kişinin hukuka aykırı bile olsa konuşmalarının ve görüntüsünün gizli kamera ile kayda alınması aynen telefon konuşmalarının yasadışı dinlenmesinde olduğu gibi onun kişilik haklarına ve özel yaşamına saldırı niteliği taşımaktadır. Bu kayıt ve görüntülerin televizyon yolu ile kamuoyuna yansıtılması kişilik haklarına yapılmış ikinci saldırı niteliğindedir."

Bu haber Sabah İnternet haberlerinde 9 Haziran 2007 günü yayınlandı. Mahkeme kararıyla ilgili yorum sizlere kalmış.

6 Haziran 2007

Kızıl

Oğlum kızıl hastalığına yakalandı. Cumartesi gecesi saat 2.30 cıvarlarında boğazım ağrıyor diyerek ve ağlıyarak uyandı. Biraz su vererek tekrar yatırdım. Oğlumun gece kalkması vaki değildir. Sabah erkenden uyandık ve kayınvalideme sabah kahvaltısına gittik. Orada devamlı bir uyku hali ve ateş olmaya başladı. Oğlumun ateşini en iyi alnından öperek anlarım. Tahminim 38 civarlarında. Apar topar kahvaltımızı ettik ve acele eve geldik. Termometreyle ölçtüğümde ateş 38.5 çıktı. Hemen ateş düşürücüyü verdim. Biraz düşer gibi oldu. Halsizlik ve iştahsızlık da var. Ateş inip çıkıyor devamlı. İlaç etki ediyor, etkisi geçince başlıyor çıkmaya. Bir ara 39 olunca telaşlanmaya başladım. Bir gün önce babasıyla ve dedesiyle dışarıya çıkmışlardı. Başında şapkasıda vardı ama eşim "sıcak çarptı herhalde" dedi. Çünkü Eskişehir'de hava sıcaklığı o gün yaklaşık 30 civarındaydı. Ama ben buna ihtimal veremiyorum. Hem başında şapkası var, hemde dışarıda fazla dolaşmamışlar.


Neyse gece ateş daha fazla yükselicek biliyorum. Gün içinde iki defa ılık banyoda yaptırdım. Yok fayda etmiyor. 38,5 ile 39 arasında gidip geliyor ateş. Bereket oğlum kendini biliyor yani şuursuz değil. Gece yatarken birde ıslak havlu koyduk kafasına. Bu da bir nebze etki etti ve ateş 37,8 gibi oldu. Esasında hiç tercih etmem başa ıslak havlu koymayı. Ama eşim dediğim gibi bunu sıcak çarpması sandı. Neyse geceyi de böyle geçirdik ve sabah ilk işim doktorundan randevu almak oldu.


Sabah kahvaltıda sadece 3 lokma peynir ekmek yedirebildim. Midem bulanıyor dedi. Bende herhalde mideyide üşüttü diyerek nane limon kaynattım. Aklımızın ucundan geçmiyor ki bir çocuk hastalığı olacağı. Neyse, nane limonu içti ama bir süre sonra olduğu gibi hepsi dışarıda. Öyle olunca ilaç da veremedim. İçerde yatarken eşim seslendi bana "baksana oğlanın cildinde hafif döküntüler olmaya başlamış". Baktım hemen . Belden yukarısında iğne başı gibi, çok belirgin olmayan kırmızı döküntüler olmaya başlamış. Ateş de var. Hemen araştırmaya girersin. Kitaplar karıştırıldı. Emareler Kızıl diyor. Ben yine ihtimal vermiyorum. Çünkü aşıları tam. Hepsi zamanında yapıldı. Doktoru görene kadar isim konduramadım.


Doktorumuzun muayenesine gittik, başladı kontrol. Doktor amcamız bir güzel muayene etti ve bu arada kızarıklıklar biraz daha arttı cildinde oğluşumun. Ama sanki 38,5 ateşi olan o değil. Hareketli maaşallah. Doktor amcamızın teşhisi boğaz enfeksiyonuna bağlı Kızıl. Aşı olduğu için çok hafif geçiriyormuş. Boğaz ağrısı ile başlamasının sebebi buymuş. İlaçlarımızı verdi. Eczaneden ilaçları aldım ve akşam yemekten sonra hemen verdim. Biri penisilin türevi, ikincisi soğuk algınlığı için, üçüncüsü ise ateş düşürücü. İlaçları alır almaz etkisini gösterdi. Kızarıklıklar azaldı, ateş düştü.


Şimdi çok iyiyiz. Perşembe tekrar gideceğiz. Evde istirahat ediyoruz şimdi. Ama evde çok canımız sıkıldı. Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Bakalım okulumuzun bitmesine de 1 ay kalmıştı. Günler neler gösterecek okul için.


Normalde Kızıl hastalığında dil çilek gibi kızarabilirmiş. Bizimki öyle olmadı. Baştan tedbirimizi aldığımız için.

5 Haziran 2007

Havuç Ve Kırmızı Biber Salatası

Birazda salata tarifi vermek istedim. Bu tarifler benim favorilerim arasındadır. İkisinin yapımıda hem zahmetsiz hemde maliyeti çok az.
HAVUÇ SALATASI:

İstediğiniz kadar havuç. Bir güzel rendeliyoruz ve sıvıyağda biraz sote ediyoruz. Soğumaya bırakıyoruz ve bu arada torba yoğurdu ve mayonezi karıştırıyoruz. Oran sizin isteğinize kalmış. Ama yoğurdu daha fazla eklerseniz daha lezzetli oluyor. Bu karışıma dövülmüş sarımsak ve dövülmüş ceviz ekliyoruz. Arzu ederseniz içine birazda dereotu ekliyebilirsiniz. ama bizde pek sevilmez dereotu. Sıvıyağda sotelediğimiz havuçlarıda ekliyoruz. Soğuması ve dinlenmesi için buzdolabında yaklaşık 1-2 saat bekletiyoruz ve servis yapıyoruz.


KIRMIZI BİBER SALATASI:


Önceden fırında veya ocak üzerinde közlediğimiz Etli Kırmızı Biberlerimizi ufak ufak doğruyoruz. Ben yazın biberleri fırında közlerim. Çekirdekleriniz çıkartıp, kabuklarını soyar ve bir yemeklik olarak buzdolabı poşetlinin içinde derin dondurucuya koyarım. Bu salatayı veya biber kızartması yapacağım zaman büyük kolaylık oluyor. Elimin altında hemen hazır.

Ufak ufak doğradıktan sonra, sarımsaklı torba yoğurdu ve biraz mayonezle karıştırdıktan sonra servise hazır. Biberleri közlemek zor geliyor diyorsanız hazır közlenmiş biberleride kullanabilirsiniz. Kavanozdaki sıvıyı iyice süzdürüp içinde olan sarımsaklarıda kullanabilirsiniz.

Afiyet Olsun hepinize.

1 Haziran 2007

İskender Efendi Konağı


Geçenlerde Bursa'ya gittik ve tesadüf eseri burada yemeğimizi yedik. Burası Bursa Botanik park içinde yer alan İskender Efendi Konağı.

Kısaca şöyle anlatılıyor. Üçüncü kuşak torun Süleyman oğlu Yavuz İskenderoğlu'nun, 1996 senesinden 26 Temmuz 2003'e kadar süren 6 yıllık bir emek ürünü olan Kebapçı İskender'in Botanik Projesi iki ana yapıdan oluşmaktadır. Bu yapılardan birincisi 19.yy Kayhan Çarşısı'ndaki kebapçı dükkanının aynısı baz alınarak yapılan "Kebapçı İskender Dükkanı", diğeri ise 17.yy. İskender Efendi Konağı'nın o dönemin malzeme ve yapım usulüyle yeniden yapıldığı "İskender Et Lokantası"'dır.

Yediğim en lezzetli Kebaptı diyebilirim. Fiyatıda çok makul.Yemeğimizi yedikten sonra konağı gezdik. Yukarıda görülen masanın bana hissettirdiği ise, sanki Atatürk ve silah arkadaşları biraz sonra gelecekler ve orada yemeklerini yiyecekler. Yukarıda masanın yaklaşık yarısı görünüyor. Konak bir Müze Restaurant.
Öyle güzel bir yapı ki sizi o yıllara götürüyor sanki. Çektiğim tüm fotoğraflar bu konağın içinden.

İşlemeleri çok beğendim.




Toplantılar için eşsiz bir yer.



Yemeğimizi, konağın bahçesinde güller arasında yedik. Markalaşması konusunda tamamen hak verdim. Her yerde İskender diye satılan Kebaplar ile arasında çok büyük fark var.


Eğer günün birinde yolunuz Bursa'dan geçerse; benden sizlere tavsiye, yemek molanızı mutlaka ve mutlaka burada verin. Ortam süper. Hele birde eski konaklardan hoşlanıyorsanız. Ama Botanik Park'ın içinde yer alan İskender Efendi Konağı'nda.